Yüce Allah her an her zaman kulunun yanında onunla beraberdir. Kulu unutsa bile bu dünya âlemin de her an yanında ona nimetler vererek korumaktadır. Kula saygı hürmet Yüce Allah’a saygı ve hürmetten dolayıdır, bunu emreden ve kullarının hakkını korumasını isteyen Yüceler yücesi Allah(c.c.)’dır. Bir kısım gördüğümüz hali niyeti kötü olan kul olarak görünen o kulun gizli bir sevabı vardır ve Yüce Allah’ın yanında değeri yüksektir. Veya çok iyi niyetli olup yaptığı iyiliği başa kalkan ve her daim söyleyenin yüreğinde nefret ile dolaşmadığı ne malum, işte bu nedenle görünmeyen bir tarafı görmeyen kul, her gördüğü kulu incitmeyecek, hüsnü zanda bulunmayacak. Gözü ile görmediğine inanmayacak, onu karalamayacak. Kâbe’yi inşa eden Hz Adem ve Hz İbrahim Peygamberdir, yani insandır. Kalp de insanın merkezi’dir Allah orayı nazargah eyler-Ben âleme sığmadım kulun gönlüne-KALBİNE- sığdım der Yüce Rahman. O nedenle Kula önce hürmet sonra Kâbe’ye hürmet etmeli.
Abdullah b. Amr (r.a) anlatıyor:
Resullulah’ı (s.a.v) Kâbe’yi tavaf ederken gördüm, şöyle diyordu:
“Sen ne güzelsin, kokun da ne hoştur. Sen ne kadar büyüksün, hürmetin de çok büyüktür. Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki müminin hürmeti ve kıymeti senin kıymetinden daha büyüktür.
Allah (c.c) onun malını, kanını haram kılmış ve bize mümin hakkında ancak hayır düşünmemizi (onu haksız yere suçlamak ve karalamaktan kaçmamızı) emretmiştir.”(İbn Mâce, Fiten, 2.)
İbn Abbas (r.a) anlatır:
“Resûlullah (s.a.v) Kâbe’ye baktı ve ‘Senin hürmetin ne kadar büyüktür. Müminin Allah katındaki hürmeti senden daha büyüktür’ buyurdu.”(aberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, nr. 699.)
Şu olaydan ibret almalıdır:
Bir gün İsa (a.s), İsrâiloğulları içinde Salih olarak tanınan biriyle şehir dışına bir yere gidiyorlardı. Halk arasında kötü ve günahkâr haliyle bilinen bir adam da peşlerinden geliyordu. İstirahat için mola verildiğinde bu günahkâr kul, samimi bir pişmanlık ve utanç hali içinde, gönlü kırık olarak onlardan ayrı bir yere oturdu ve merhametlilerin en merhametlisi Hak Teâlâ’ya yöneldi,
“Rabbim! Şu yüce peygamberinin hürmetine beni affet!” diye yalvardı. Kötü haline ve o güzel peygamberle birlikte olamadığına üzüldü. Salih bilinen kişi ise, onun kendilerini takip ettiğini fark edince bundan rahatsız oldu, onu küçümsedi, ellerini semaya kaldırıp,
“Allahım! Yarın kıyamet günü beni bu günahkâr adamla birlikte haşreyleme!” diye ilticada bulundu.
Bunun üzerine Cenabı-ı Hak, İsa aleyhisselâma şöyle vahyetti:
“Ya İsa, kullarıma söyle; ikisinin de duasını kabul ettim. Boynu bükük mücrim kulumu affedip kendisini cennetlik kıldım. Halkın Salih zannettiği kişiye gelince, onu da benim affettiğim kulumla beraber olmak istemediği için cennetliklerden yapmadım.”(Kuşeyrî, Risale, s. 130.)
Evliyanın büyüklerinden Ebû Bekir el-Batâihî şöyle demiştir:
"İnsanları hor, hakir ve aşağı görmen senin için tedavisi mümkün olmayan büyük bir hastalıktır."
Hz. Mevlana gönül incitenleri şöyle ikaz eder:
“Şunu iyi bil ki sen, Allah’ın nazargahı olan bir gönül incitip kırsan, sonra Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap gönül kırmanın günahını dengeleyemez.Senin bir saman çöpü kadar değer vermediğin kırık gönül, arştan da üstündür, kürsüden de, levhten de, kalemden de! Hor bile olsa gönlü hakir tutma! O, horluğuyla yine de üstünler üstündedir. Kırık ve mahzun gönül, Allah’ın nazar ettiği yerdir. Onu yapan can ne mübarektir. Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönlü tamir etmek, Allah katında birçok hayır hasenattan daha yeğdir… Sus! Her kıldan iki yüz dil olsa da söylesen, gönül, yine de anlatılmaz.”
En doğrusun Yüce Allah bilir, o kuluna en çok değer veren ve koruyandır, kulu bazen asi olsa da, yolda çıksa da her an tövbe kapısı açık, gelmesini bekleyen Yüce Allah’ın kulu en değerlisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder